Ana içeriğe atla

Köşe 1


 Sevgili Azize,

  Mektubun bugün elime ulaştı. Gelir gelmez odama koştum, hiç vakit kaybetmeden okumaya koyuldum.  Son gönderdiğim mektubumda kendimi iyi ifade edemedim, anlatamadım sana neyim olduğunu. Baştan ve daha anlaşılır bir şekilde anlatmaya çalışacağım sana. 
Senden bir ricam var, bu anlattıklarım belki de basit ve geçici gelecek sana ama benim için büyük sorun olmaya başladı, beni anlamaya çalış.

Bir ay oluyor kendimi böyle garip hissedeli. Duygularımı anlayamıyorum, bu hisler bana mı ait diye kendimi sorgulamaya başladım. Mesela dün sabah kızmamam gereken bir şeye kızdım; annem bana seslendi bense aniden sinirlenip bağırdım çağırdım. Gereksiz bir sinirdi, neden böyle oldum anlam veremiyorum. Bazen de aniden bir hüzün beliriyor içimde, nasıl anlatsam bilemiyor ki, aniden ağlıyorum. Son zamanlar da insanlar bana fazla sessizleştiğimi söylüyor. Gittikçe dalgınlaşıyorum. 

 Hatırlıyor musun köyde kocaman bir ağaç vardı? Büyükler o ağacı kutsal sayardı; o ağaç köyün varlığından bu yana var ve eğer ağaca bir şey olursa köyde de felaket olurmuş. Dev gövdesi, koca dallarıyla 10-15 çocuğu nasıl da taşıyordu. Çocukluğumuz o ağacın üstünde geçti... Hazır köydeyken ağacı sıklıkla ziyaret etmeye başladım, elimde olsa sabah akşam demeden hep kalırım yanında. Nedenini bilmiyorum ama sürekli o ağacın yanı başında olmak istiyorum, ancak sorun şu ki hislerim her gidişimde daha da garipleşiyor ve duygularımda ki değişim artıyor. Şimdi delirmeye başladığımı düşüneceksin, sadece anlamaya çalış beni, istediğim tek şey anlaşılmak... Beni anlayacak tek dostum, sırdaşım sensin.

Azizem o ağacın dili varda konuşuyor benimle sanki, geçmişimle bugünümü kıyaslıyor gibi. Eskiden mutluluğun, üzüntünün ne olduğunu bilmeyen çocuk ben; şimdi duygularını, hislerini bilmeye çalışan bene dönüştü. Üzgün olduğumu biliyorum, o ağaca her gittiğimde bunu anlıyorum ama yine kalmak istiyorum ağaçla. 

Zaman zaman sanki kimsem yok ve tüm insanlar ölmüş gibi hissediyorum... 

Çevrem kabalık, sevdiklerim var, sizler varsınız ama ona rağmen neden böyle hissediyorum inan bilmiyorum.
En son gittiğimde ise gittiğim günün gecesi bir rüya gördüm; aslında rüya değil, bir kabustu. O ağaçta boynunda iple asılmış bir genç kız vardı. Uyandığımda ter içindeydim, yüreğim fırlayacakmış gibi çarpıyordu, sabah ezanı sesi geldi, daha sonra hiç uyku girmedi gözüme... 

O kız ve o ağaç hiç aklımdan çıkmıyor. Korkuyorum sevgili dostum, ya o kız bensem, ya o kız sevdiğim biriyse ya da yardıma ihtiyacı olan biriyse...
Daha fazla yazamıyacağım, yine kendimi kötü hissetmeye başladım. Lütfen en kısa zamanda bana yaz.

Sevgilerimle, dostun Ayda..

Yorumlar

  1. Kaleminiz daim olsun keyifle okudum:)

    YanıtlaSil
  2. Okumaktan en çok keyif aldığım edebi tür, (şiir müstesna) mektup türüdür. Nitekim bir hissi en üryan haliyle okuyucuya aksettirme noktasındaki en çetin tür, yine mektup türüdür..

    Hislerinizi konuk etmekten ve bu mihmanın bereketinden memnun kaldık, sağ olunuz. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOL

  İlk kez ödül alıyorum. Çok heyecanlıyım. Yıllarca emek verdim, çok çalıştım ama şimdi meyvelerini alıyorum. İşte benim sıram geldi. Alkış ediliyor benim için. Bu alkışlar bana, bana ediliyor. Bu ses yılların emeğinin sesi işte. Ne hoş bir ses bu böyle... Ödülü elime alınca ellerim iyice terlemeye başladı. Kalabalığın gözleri üstümdeydi, heyecanlanmamak elde değil. Mikrofonu dudaklarıma iyice yaklaştırdım. Sesim herkese gitmeli. Sadece bu salondakilere değil, tüm dünyaya ulaşmalıydı. Konuşmamı çok düşündüm. Söze nereden başlasam diye kafayı yiyecektim. Oysa bir yerden başlamalıydım. Önce selam verdim, sonra teşekkür sonra biraz kendimden bahsettim, en son içimdeki yaralara geldim. Evet. Şimdi en hassas noktadaydım. Bir yürek acısı anlatmak kolay mı? "Ne uzun yolculuktu o öyle. Durup dinlenmeye hiç vaktim olmadı. Yol kenarında bir duvar yoktu yaslanacağım, gölgesinde uzanacağım bir ağaç da yoktu. Yolum o kadar ıssızdı yani.  Yetişmek için hızlı hızlı yürümem gerekiyor yolu çünkü ö

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

 Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942), Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu orijinal adıyla Brief einer Unbekannten adlı öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme almıştır. Kitap mektup türündedir. Bir yazarımız var ve ona bir mektup geliyor. Gelen mektup kimdendir bilinmez ancak bir kadın tarafından gönderilmiştir, kitap adı neden 'Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" olduğu anlaşılıyor. Kitap başlangıç itibariyle sizi sarsmakta, etkilemektedir.  Şöyle düşünün size bir mektup geliyor fakat siz kimden olduğunu bilmiyorsunuz, ilk işiniz mektubu merakla açmak sonra okudukça kimden olduğunu ve neden yazıldığını anlıyorsunuz, anlarken beyninizden vurulmuşa dönüyorsunuz, acaba keşke öğrenmeseydim mi dersiniz yoksa iyi ki öğrendim mi? Okuduğunuzda hem siz hem de gönderen kişiyle ilgili geçmişten bugüne aranızda yaşanmış (ya da yaşanamadığı mı desem) olaylar var. Bu olaylar biri tarafından bilinen ve özel iken, diğeri tarafından gayet sıradan ve hatta unutulup gitmiş.  Mektup melanko

Deniz

 Melih Beylerin evinden çıkar çıkmaz attık kendimizi yollara. Ne adammış yahu! Tutturmuş para para. Her zaman verecek halimiz yok ya, para mı basıyoruz sanki. Sen git borçlan, sonra gel bizden al, borcunu öde. Hadi bir kere olur, iki kere olur, hatta üçüncüde de olur ama her zaman olmaz ki! Neyse neyse bulduk bir yol, çıktık ya ona bakalım. Şöyle deniz taraflarına gidelim de içimiz açılsın. Bugün gökte tek bulut yok, masmavi. Hava da epey sıcak. Bu havada can mı dayanır?  Baksana hele, şu yanımızdan geçen Muhiddin'in arabası değil mi? Onun da böyle koyu mavi arabası yok muydu? Hay Allah ben mi yanlış gördüm ne! Neyse neyse gidelim hadi, vallahi öleceğim sinirden, sıcaktan. Git git bitmiyor, ne yolmuş arkadaş! Ne ara mesafeler bu kadar uzak oldu. Az mı kaldı? Neresi az kaldı arkadaş, daha nice yol var. İnsanı bu yollar tüketiyor. Bak bak deniz orda, geldik nihayet. Kurban olduğum Allah ne güzel yaratmış! Masmavi mübarek, gözümüz bayram etti. Gökte de tek bulut yok, masmavi, denizle