Ana içeriğe atla

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

 Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942), Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu orijinal adıyla Brief einer Unbekannten adlı öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme almıştır.

Kitap mektup türündedir. Bir yazarımız var ve ona bir mektup geliyor. Gelen mektup kimdendir bilinmez ancak bir kadın tarafından gönderilmiştir, kitap adı neden 'Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" olduğu anlaşılıyor.

Kitap başlangıç itibariyle sizi sarsmakta, etkilemektedir. 

Şöyle düşünün size bir mektup geliyor fakat siz kimden olduğunu bilmiyorsunuz, ilk işiniz mektubu merakla açmak sonra okudukça kimden olduğunu ve neden yazıldığını anlıyorsunuz, anlarken beyninizden vurulmuşa dönüyorsunuz, acaba keşke öğrenmeseydim mi dersiniz yoksa iyi ki öğrendim mi? Okuduğunuzda hem siz hem de gönderen kişiyle ilgili geçmişten bugüne aranızda yaşanmış (ya da yaşanamadığı mı desem) olaylar var. Bu olaylar biri tarafından bilinen ve özel iken, diğeri tarafından gayet sıradan ve hatta unutulup gitmiş. 

Mektup melankolik. Hüzün, aşk, ayrılık gibi konulara yer verilmiştir. Kitabın olmazsa olmazı tabi ki.. Konu aşk ve karşılıksız aşk! Bunu söylemek bile yeterince acı değil mi? 

Zweig bu kitabında bunlara yer vererek okuyucuyu duygusallığa sürüklüyor, bunu 'bilinmeyen bir mektup'la merak uyandırarak güçlendiriyor. Tabi böyle olunca okumayan okuyucu elbette kalmaz. Mektup sadece gönderilen kişiyi değil sizi de avuçlarına alıyor ve sıkıyor, şaşkınlık ve merakla okuyorsunuz. Hani birinin özeli hep bizim ilgimizi çeker ya mesela birinin günlüğünü kim okumak istemez ki? Burada da bir mektup var, eh okumazsak olmaz tabi. 

Bir romanı başarılı yapan ya da okunmasını sağlayan en büyük unsurlardan biri 'duyguyu geçirmek' tir. Kitap karşı tarafın hislerine dokunduysa roman kusuru dahi saklanmış olur. Bir insanın hislerini anlamak zordur, aslında şöyle desem daha doğru olur; bir insanın hissettiğini hissetmek zordur. 

Burada acı çekmiş ve psikolojik melankoliye sürüklenmiş bir kadın var. Siz kadının hayatını okudukça hüzünleniyor ve bir yandan da 'acaba ne oldu başka? ' ya da 'ne olacak?' merakıyla okumaya devam ederken bir bakıyorsunuz kitap bitti. Ve sonra kitaba bol bol övgüde bulunuyorsunuz haklı olarak. İşte bu kitabın 'etkileyicilik' başarısıdır. 

Kadın diyoruz ancak bu bir erkekte olabilirdi; bu aşkı bir erkekte yaşıyor olabilirdi sonuçta aşk cinsiyet tanımaz, Kürk Mantolu Madonna bunun en iyi örneği. 

Bazılarına göre abartılmış kitap. Belki de başlı başına aşk bir abartı olduğu için abartı geliyor. Çevrenizde aşık insanlara bakın, sevgileri elbette size abartı gelecektir; çünkü aşk bir tutkudur, tutku ise abartıdan ibarettir. 

Kitabımızda özellikle size abartı gelebilecek kısım, küçük bir kızın (13 yaş) küçük yaştan gelen bu aşkı büyüyerek bir saplantı haline getirmesi olabilir. Tabi o yaşlarda duygusal yoğunluk fazladır, kişi o yaşta sevilme isteği duyar bu gayet normal, asıl olan ve bu sevgiyi zamanla gerçekçi kılan ise zaman geçtikçe sürmesi ve artmasıdır. Kim birini ölene dek her şeye rağmen sever? Çok az kişi öyle değil mi? Acaba öyleleri kaldı mı? 

İnsanların psikolojileri farklıdır, kimileri çok bağlanır unutamaz, kimileri yerine başka birini koyar unutur, kimisi için ise sadece hevestir. Kitabımızda ise çok bağlanmış bir karakter var. Bu kitapta en güzel mesaj; aşk ne olursa olsun ve her şeye rağmen sevmektir, kusurlarına rağmen sevmek.. 

Düşünsenize birini seviyorsunuz ve onun dokunduğu her şey sizin için kutsal oluyor, o ise sizi hiç hatırlamamıştır bile... Buna rağmen bu aşk asla bitmiyor. İşte ben buna AŞK derim! 

(Elbette Zweig'in döneminde psikoloji ön plandadır bu yüzden eser de psikoloji söz konusudur, yani dönemin etkisi de vardır.) 

Kitapta tekrar ve yenilemelere yer vermesi ve soru sorma yöntemiyle anlatımı güçlü kılınmıştır. 

Kitapta mekan sınırlıdır. Az kullanılmış. 

Mektupta geriye dönüş teknikleri mevcut (mektup geçmişi ağırlıklı olarak anlatıyor, şimdiye ise yer yer geliyor yani bahsediliyor.). 

Zaman unsurun da ise yaklaşık bir yarım saat bir zaman var. İşte yazarın gelmesi eline mektubu alması ve mektubu okuması ile kitap son buluyor bu da yarım saatlik ya da bir saatlik bir süredir. Kısa sürede etkileyici bir olay söz konusu. Bizlerin dahi hayatında bazen bir dakikada dünyamız değişir. Şimdi en sevdiğiniz insanın ölüm haberini alsanız? Ya da anne babanızın gerçek anne babanız olmadığını öğrenseniz? 

Bir de kadın sürekli "Sen, beni asla tanımadın!” demektedir. Ahmet Cemil kitabın sonunda yer verdiği incelemesinde nedenini şöyle belirtiyor:

~ kadının dile getirdiği şu söylemle hep karşılaşırız: “Sen, beni asla tanımadın!” Buradaki “ben”, erkeğe delice âşık olan “ben”dir ve erkek, onu bu niteliği ile hiç tanımamıştır. Onun için bu “ben”, hayatına giren öteki kadınlardan –ki, bunların sayısı hayli kabarıktır!– hiçbir farkı bulunmayan bir bendir. ~

Aşkın psikolojisini tek taraftan ele alıp okura sunan bir yazar. 

Kitabı okudukça bilinmeyen bir kadın kısmen bilinir hale gelir. Kısmen dememin nedeni ise kadının kendisini ifade ettiği kadarını tanıyoruz. Yazar olan R. Hakkında ise yeterli bilgiye sahip değiliz, evet bilgi var ama yeterli değil. R.'nın gerçekten duygu ve düşünceleri nelerdi? 

Kitabı girişinden itibaren sizi sürükleyecek, sizi derinden etkileyecek ve belki de size eski (çocuklukta olabilir) aşklarınızı hatırlatır diye düşünüyorum. 

Bir kadının duyguları olduğu için mi? Duyguları kendi açımdan hissettiğim için mi? Bilmiyorum ama beni gerçekten çok etkiledi.

Yorumlar

  1. Bu kitabın namını çok duydum. Henüz okumadım. Ama yazara itimadım olduğu için, kitabı okumak istiyorum. Gayet doyurucu bir inceleme olmuş. Teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOL

  İlk kez ödül alıyorum. Çok heyecanlıyım. Yıllarca emek verdim, çok çalıştım ama şimdi meyvelerini alıyorum. İşte benim sıram geldi. Alkış ediliyor benim için. Bu alkışlar bana, bana ediliyor. Bu ses yılların emeğinin sesi işte. Ne hoş bir ses bu böyle... Ödülü elime alınca ellerim iyice terlemeye başladı. Kalabalığın gözleri üstümdeydi, heyecanlanmamak elde değil. Mikrofonu dudaklarıma iyice yaklaştırdım. Sesim herkese gitmeli. Sadece bu salondakilere değil, tüm dünyaya ulaşmalıydı. Konuşmamı çok düşündüm. Söze nereden başlasam diye kafayı yiyecektim. Oysa bir yerden başlamalıydım. Önce selam verdim, sonra teşekkür sonra biraz kendimden bahsettim, en son içimdeki yaralara geldim. Evet. Şimdi en hassas noktadaydım. Bir yürek acısı anlatmak kolay mı? "Ne uzun yolculuktu o öyle. Durup dinlenmeye hiç vaktim olmadı. Yol kenarında bir duvar yoktu yaslanacağım, gölgesinde uzanacağım bir ağaç da yoktu. Yolum o kadar ıssızdı yani.  Yetişmek için hızlı hızlı yürümem gerekiyor yolu çünkü ö

Deniz

 Melih Beylerin evinden çıkar çıkmaz attık kendimizi yollara. Ne adammış yahu! Tutturmuş para para. Her zaman verecek halimiz yok ya, para mı basıyoruz sanki. Sen git borçlan, sonra gel bizden al, borcunu öde. Hadi bir kere olur, iki kere olur, hatta üçüncüde de olur ama her zaman olmaz ki! Neyse neyse bulduk bir yol, çıktık ya ona bakalım. Şöyle deniz taraflarına gidelim de içimiz açılsın. Bugün gökte tek bulut yok, masmavi. Hava da epey sıcak. Bu havada can mı dayanır?  Baksana hele, şu yanımızdan geçen Muhiddin'in arabası değil mi? Onun da böyle koyu mavi arabası yok muydu? Hay Allah ben mi yanlış gördüm ne! Neyse neyse gidelim hadi, vallahi öleceğim sinirden, sıcaktan. Git git bitmiyor, ne yolmuş arkadaş! Ne ara mesafeler bu kadar uzak oldu. Az mı kaldı? Neresi az kaldı arkadaş, daha nice yol var. İnsanı bu yollar tüketiyor. Bak bak deniz orda, geldik nihayet. Kurban olduğum Allah ne güzel yaratmış! Masmavi mübarek, gözümüz bayram etti. Gökte de tek bulut yok, masmavi, denizle