Ana içeriğe atla

Molière - Cimri

 Molière’in yaşadığı çağ bugüne dek Fransızların en mutlu saydıkları çağdır.

1622 Molière, Paris’te, rahat, hatta zengince bir evde doğuyor. Babası sarayın halıcıbaşısı, tutumlu bir tüccar, anası yine bir halı tüccarının, okuma yazması kıt, iyi giyinmesini sever kızıdır. Annesi otuz yaşında ölüyor. Dedesi sayesinde kolejde okuyor.

"Molière çağında Paris’te tiyatro, edebiyatın şahdamarı olmuştu."

Molière şanslıdır; refah bir dönem, iyi bir eğitim görmüş ve döneminde tiyatronun ön planda olması elbette onun yollarını açmıştır.
Molière'nin sevdiğim özelliği ise aydınlarla halk arasındaki, sarayla şehir arasındaki ayrılığı gidermeyi amaçlaması, halkın gürbüz tiyatro eserlerini yukarıya, yukarının kültür değerini halka ulaştırmasıdır. Sadece o da değil, Molière hem yazar hem oyuncu, hem işveren hem işçi olmuş dolayısıyla da insanlığın her haline, her kılığına girmiştir. Bu yüzden her iki tarafı da görmüş, tanımıştır. Her iki safhada yer almış Molière iki tarafıda birbirine yakınlaştırır, aralarında bağ oluşturur.

Molière’in başarısı, hayatı ve dönemi çok uzun olduğu için sadece bu kadarcığını değinmek istedim. Şimdi kitabımıza geçelim.

Cimri kişinin bir paylaşımda bulunacağı zaman kendisinden sanki bir parça kopuyormuşçasına rahatsız olur. Cimriler denildiğinde ise elbette akla ilk olarak para sevdaları gelir. Para dediğime bakmayın, altın onların en vazgeçilmezi.
Kitabımızın kahramanı Harpagon cimrimi cimri bir adamdır. Bütün varlığı, yaşama amacı paradır. Namus, ahlak, iyilik gibi erdemler paranın yanında hiçtir. Cimrilik onda hastalık haline gelmiştir. Her şeyde, herkesten şüphe eder, hiç kimseye güvenemez. Hatta parasını kasaya bile güvenmez çünkü kasalar hırsızlar için bir kolaylıktır. Hizmetçilerini az yemeleri için perhize sokar, atları çok yemesin diye onları bile aç bırakır, zavallıların ayağa kalkacak dermanı bile olmazdı. Çocuklarına zınlık koklatmaz. Ne kızına ne de oğluna bir üst baş almaz, açlıktan ölseler umrunda hiç olmaz. Çocukları ise elbette bu duruma çok karşıdır.
Molière burada cimriliği abartılı halini gösterir ve bunun üzerine olaylar olur.
Kitaptan bir ders çıkarma size kalıyor. Yani kitap cimriyi cezalandırmıyor, onun acizliğini gösteriyor. Siz cimriye bakınca ondan iğreniyor, nefret ediyor ve aciz görüyorsunuz böylelikle cimriliğin ne kadar kötü olduğunu ders çıkartıyorsunuz.
Ben kitabın sonuna kadar acaba bu cimri yaşlı adamı ne bekliyor, nasıl bir sonu olacak diye bekledim. Peki sonuç ne oldu? İşte Molière'nin başarısı burada kendini gösterdi. Kitabı okurken yalnızca detaylara odaklanın ve fark edeceğiniz çok şey olacaktır.

Çevrenizde illa cimri insan vardır, hatta belki sizde cimri olabilirsiniz. Şöyle de diyebiliriz 'paylaşmayı sevmeyen biri cimri olabilir' bunu biraz daha açarsak; para, mal, mülk vb. Maddi şeyleri paylaşmıyorsanız bu cimriliğinize işarettir. Yalnız cimriliği tutumlulukla sakın karıştırmayın. Tutumlu kişi doğru, gerekli ve israf etmeden harcar; cimri kişi asla asla harcamak istemez, özellikle gerekli şeylere harçama yapmaması dikkat çeker.

Cimrilik kelimesinde ilginç bir noktaya değinirsek; kelime anlamı itibari ile Farsçada ”adi, soysuz ve alçak” anlamına gelir, cimri kelimesinden Türkçeleştirilmiş ve genellikle “pintilik, hasilik” manasında kullanılır. Farsça da ağır bir anlam içeriyor. Aşırı cimrilerde gerçekten bu anlamlar var. Hiç şüphesiz cimrilik insanı rahatlıkla alçaltır.
Kitapta cimri adam kızına ve oğluna karşı takındığı tavır ve yaptıklarıyla kesinlikle ”adi, soysuz ve alçak” olur.

Bu dönemde konu önemli değil, hatta yazarlar tragedyaya başlık bile düşünmezler. Onlar için önemli olan düşündürmek ve bir şeyler anlatabilmektir. Cimrinin giyimi olsun, konuşması, eylemleriyle yazar onu somut bir şekilde gösterir.
Bunun yanı sıra aile bağıda ele alınır. Cimrinin kızı ve oğlu arasında ki ilişki ile bunu görmekteyiz. Yan konu olarakta elbette aşk var; cimri ile oğlu genç bir kıza aşık ama aslında bizim cimri kızın parasının olduğu düşüncesiyle evlenmek ister oysa oğlu gerçekten sevmektedir. Cimrinin kızı ise genç, yakışıklı bir adamı sever ancak cimri kızını para için zengin bir adamla evlendirmek istiyor. Burada gördüğümüz gibi aile bağı olacaktır. Söylemeyi unutmadan, bir takım gerçekler ortaya çıkacaktır.
Not: bu gerçekler size saçma ve abartı gelebilir ama dediğim gibi detaylara odaklanın :)

Ben kesinlikle bu değerli eseri tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOL

  İlk kez ödül alıyorum. Çok heyecanlıyım. Yıllarca emek verdim, çok çalıştım ama şimdi meyvelerini alıyorum. İşte benim sıram geldi. Alkış ediliyor benim için. Bu alkışlar bana, bana ediliyor. Bu ses yılların emeğinin sesi işte. Ne hoş bir ses bu böyle... Ödülü elime alınca ellerim iyice terlemeye başladı. Kalabalığın gözleri üstümdeydi, heyecanlanmamak elde değil. Mikrofonu dudaklarıma iyice yaklaştırdım. Sesim herkese gitmeli. Sadece bu salondakilere değil, tüm dünyaya ulaşmalıydı. Konuşmamı çok düşündüm. Söze nereden başlasam diye kafayı yiyecektim. Oysa bir yerden başlamalıydım. Önce selam verdim, sonra teşekkür sonra biraz kendimden bahsettim, en son içimdeki yaralara geldim. Evet. Şimdi en hassas noktadaydım. Bir yürek acısı anlatmak kolay mı? "Ne uzun yolculuktu o öyle. Durup dinlenmeye hiç vaktim olmadı. Yol kenarında bir duvar yoktu yaslanacağım, gölgesinde uzanacağım bir ağaç da yoktu. Yolum o kadar ıssızdı yani.  Yetişmek için hızlı hızlı yürümem gerekiyor yolu çünkü ö

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

 Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942), Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu orijinal adıyla Brief einer Unbekannten adlı öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme almıştır. Kitap mektup türündedir. Bir yazarımız var ve ona bir mektup geliyor. Gelen mektup kimdendir bilinmez ancak bir kadın tarafından gönderilmiştir, kitap adı neden 'Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu" olduğu anlaşılıyor. Kitap başlangıç itibariyle sizi sarsmakta, etkilemektedir.  Şöyle düşünün size bir mektup geliyor fakat siz kimden olduğunu bilmiyorsunuz, ilk işiniz mektubu merakla açmak sonra okudukça kimden olduğunu ve neden yazıldığını anlıyorsunuz, anlarken beyninizden vurulmuşa dönüyorsunuz, acaba keşke öğrenmeseydim mi dersiniz yoksa iyi ki öğrendim mi? Okuduğunuzda hem siz hem de gönderen kişiyle ilgili geçmişten bugüne aranızda yaşanmış (ya da yaşanamadığı mı desem) olaylar var. Bu olaylar biri tarafından bilinen ve özel iken, diğeri tarafından gayet sıradan ve hatta unutulup gitmiş.  Mektup melanko

Deniz

 Melih Beylerin evinden çıkar çıkmaz attık kendimizi yollara. Ne adammış yahu! Tutturmuş para para. Her zaman verecek halimiz yok ya, para mı basıyoruz sanki. Sen git borçlan, sonra gel bizden al, borcunu öde. Hadi bir kere olur, iki kere olur, hatta üçüncüde de olur ama her zaman olmaz ki! Neyse neyse bulduk bir yol, çıktık ya ona bakalım. Şöyle deniz taraflarına gidelim de içimiz açılsın. Bugün gökte tek bulut yok, masmavi. Hava da epey sıcak. Bu havada can mı dayanır?  Baksana hele, şu yanımızdan geçen Muhiddin'in arabası değil mi? Onun da böyle koyu mavi arabası yok muydu? Hay Allah ben mi yanlış gördüm ne! Neyse neyse gidelim hadi, vallahi öleceğim sinirden, sıcaktan. Git git bitmiyor, ne yolmuş arkadaş! Ne ara mesafeler bu kadar uzak oldu. Az mı kaldı? Neresi az kaldı arkadaş, daha nice yol var. İnsanı bu yollar tüketiyor. Bak bak deniz orda, geldik nihayet. Kurban olduğum Allah ne güzel yaratmış! Masmavi mübarek, gözümüz bayram etti. Gökte de tek bulut yok, masmavi, denizle